Gerçek Hayat Dergisinin 1 Ekim 2022, 1084. sayı editör yazısı
İzmir’in mason ve sabetaycı belediye başkanı yeni bir Vahideddin Han tartışması başlattı. CHP, İslam’a ve Müslümanlara kinini Osmanlı üzerinden yapageldiği için bu yeni bir durum değil. Kemalizm rejiminin, kendini meşru ve haklı göstermek için Vahideddin Han’ı hedef göstermesi de bildik bir hikâye.
Lâkin okullarda enjekte edilen yalanlara inanan milyonlar olunca hakîkati savunma zarureti hâsıl oluyor. Dahası İslâmî câmianın yayını sandığınız pek çok mecra ya değerlerimize düşmanlık eden Kemalizm’e övgü düzüyor veya gerçek yüzlerinden hiç bahsetmiyor. Mesela Ahmet Refik Sevengil isimli kişi, Diyanet Vakfı’nca hazırlanan İslam Ansiklopedisinde ‘gazeteci, roman, hikâye ve inceleme yazarı’ diye tanıtılıyor. Ancak Sevengil’in ne CHP Tokat Milletvekili olduğundan söz edilmiş ne de 15 Ağustos 1929'da Uyanış dergisinde yazdığı “Allah’ı da Sultan’la birlikte tahtından indirdik…” cümlesine yer verilmiş…
Bu tür yayınlarla kendi kalemize gol atıyoruz. CHP’nin İzmir Belediye Başkanının mason ve sabetaycı olduğundan söz ettiğinizde ise kendini ‘mütedeyyin’ diye pazarlayan pek çok çevre bile burun kıvırıyor. Bu yüzden asıl tehlikenin kimlik ve kişiliğini bildiğimiz kimse veya çevrelerden ziyade, bizden gibi gözüken şahsiyet fukaralarında olduğunu hatırda tutmak gerek.
Dindar olmasa da hatırşinas ve şahsiyetli bir edip olan Refik Halid Karay, gerçekleri dile getirme konusunda pek çok ‘itimat’ telkin eden ancak o itimadın zerresi bulunmayan sözde İslamcı veya mütedeyyin görünümlü kişilerden daha kıymetli şeyler söylüyor. Refik Halid Karay, son tartışma ile ilgili Tarih ve Toplum Dergisinin 16. sayısındaki “Bir Ömür Boyunca” başlıklı makalesinde aşağıdaki önemli tespitlere yer veriyor. -Vahideddin Han’ın Hicaz Mektubu’nu ilk Latinize eden de bizatihi kendisidir.-
Karay, Abdülhamid devrinden sonra yaşananları şu cümlelerle özetliyor: “Güya yerleştireceğimizi sandığımız hürriyet elden gittikten başka hürriyetsizliğe bir de ecnebiye esirlik eklenmişti.”
Sabetaycı, mason ve ahmaklar ordusu olan İttihatçıların durumunu şu cümlelerle tasvir ediyordu: "İttihat ve Terakki büyük bir başa sahip olamadığından yâhut birçok küçük başların elinde kaldığından dolayı bir siyâsî partinin başına gelen en elemli akıbete uğradı: İdeali olan hürriyet idaresini kuramadıktan başka devleti de çökertti. Birinci Dünya Harbi'ne girmemek... Şayet " İttihat ve Terakki" bunu başarabilseydi, bizi de kendini de ne hacâletlerden (utançtan) kurtarmış olurdu. Affedilmez millî suç odur.”
İttihatçıların devamı olan Kemalistlerin hâlâ ‘hâin’ ilan etmekten bıkmadıkları Vahideddin Han’ı ise şöyle anlatmıştı: “Şayet Sultan Vahideddin tahtta ve Tevfik Paşa sadarette, mâlum komite (İT) de daha önceden tasfiye edilmiş hâlde bulunsaydı, o badireyi sulh içinde atlatmamız mümkün olurdu.”
Vahideddin sövgüsünü meslek edinen bu çevrelerin bitmeyen Yunan aşkı herkesin mâlumu. Adaları, Selanik ve Batı Trakya’yı Yunan’a terk edenler, şimdi Yunan’ın yapamadığını yapıyor. Bir yandan İmamoğlu’nun İstanbul Belediyesini kazanmasını İstanbul’un fethine benzetiyorlar, diğer yandan işgal gemilerinin adını limana veriyor, Yunan heykellerini şehre dikiyorlar. Bu da yetmiyor, İzmir’in bağımsızlığından, bayrak ve parasından söz ediyorlar. Bunca şey söylenirken hiçbir savcı da çıkıp soruşturma bile açmıyor.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsa ve adları bize benzese de bunlar Türk ve Müslüman değiller. Çoğu mason, kimi sabetaycı, kimi Pakraduni, kimi Rum, kimi Ermeni, kimi de bilmem hangi istihbarat teşkilatının maşası. Ortak paydaları; Türkiye’ye ve Türk’e kement atıp kafese almak…
İçeride bunlar olurken hem iç hem dıştaki Bizans’ı ihyâ çabaları hız kazanmış gözüküyor. ‘Bizans’ın ihyâsı’ denilince bugün herkes gülüp geçebilir. Ancak her şey bir hayalle başlar, kötü netice ise sorumsuz davranmak, umursamamak, düşmanı hafife almaktan kaynaklanır. Osmanlı yıkılmışsa bunun fâillerini dışarıda aramaya gerek yok.
Osmanlı’yı yıkmak için bütün dünya bir araya geldi ama yıkamadı, lâkin Osmanlı yönetiminin son birkaç asırda insan yetiştirme ve makamlara liyakatli kişileri getirme konusundaki hataları, Saray’daki entrikalar, yabancı kadınların Saray’da dilediğini tahtan alıp, dilediğini tahta çıkarma darbeleri gibi sebepler Cihan Devleti’nin sonunu getirdi. Bu yüzden tarihten ders alıp hiçbir şeyi hafife almamak gerekiyor. Adam, İBB’nin Başkanı olunca kendini cihan sultanı sanıyor, Sultanahmet Meydanında Bizans’ın ihyâsı için proje hazırlayıp, Koruma Bölge Kurulu'na sunabiliyor. Kurul’un buna onay verdiğini bir düşünün…
Bu vesileyle belirtmeliyiz ki tarih de ‘Bizans’ diye bir devlet hiçbir zaman olmadı. Osmanlı, Roma’yı ortadan kaldırdı. Bizans maskesiyle ihyâ edilmek istenen şey; Roma İmparatorluğu’dur ki onun hedefi de bütün Türk ve İslam topraklarıdır.
Ayasofya açıldığı için İstanbul’dan Venedik’e alınan Bizans Kongresi’ne en yüksek katılımın Türkiye’den olması ve katılımcıların çoğunun genç kadınlardan oluşması ve neredeyse tüm üniversitelere yayılması, akademik maskeli bir Bizans hareketi gerçeğini ortaya koyar. Koç’un bu işe gövdesini koymasını da gözardı etmemek gerek.
Sözde ‘Bizans Birliği’nin 98 yaşındaki Onur Başkanı Helene Ahrweiler’in Ayasofya’nın câmiye dönüştürülmesi sonrasında Türkiye’nin aldığı kararın Hristiyanlığa karşı bir hakaret olduğunu savunmuş ve şöyle demişti: “Doğu Roma İmparatorluğu ikinci kez çöktü.” Söz konusu açıklama bir moral bozukluğuna işaret etse de aynı zamanda motivasyon kaynağı olduğuna da işaret eder. Kaldı ki Koç Üniversitesi’nden Bizans Tarihi Profesörü Paul Magdelino’nun son Bizans Kongresinde yaptığı açılış konuşmasındaki “
Bizans ile ilgili bu kadar çok insan Venedik’te en son 800 yıl önce toplanmıştı. O da 4. Haçlı Seferi için…” cümlelerini de geleceğimiz için hatırda tutmalıyız.
Diğer yandan Rusya, 2. Cihan Harbinde yaptığını bir kez daha tekrarlayarak Rusya işgali altındaki topraklarda yaşayan Türk ve Müslüman gençlerini ‘seferberlik’ adıyla zorla toplayıp cepheye sürüyor. Bu ise Türkleri infaz ettirme oyunundan başka bir şey değil. Bu oyun sayesinde bir yandan Müslüman gençler kırılacak, diğer yandan da sözde özerk cumhuriyetlerin gücü yok edilecek.
Çin’de ise henüz netlik kazanmamış garip şeyler oluyor ve ya oldu bitti. Bir el Çin’e uzanarak, demir yumruk Şi Cinping’i devre dışı bırakmaya çalışıyor veya çıkardı ama gizleniyor. Yâhut da Komünist Parti kendi içinde bir çatlak yaşıyor. Ortaya atılan iddialar, Çin sokaklarına bakarak yorumlanamayacak kadar derin ve karmaşık olabilir, gerçekleri zaman gösterecek.
Öte yandan sahibi gelince cesaretlenen kelb gibi davranan Yunan kaşınmaya, ABD ise bölgede şeytânî işlerini artırmaya devam ediyor. LGBT’ye karşı halk direnişine, Ankara kabinesinden bir ses itiraz edebiliyor. Birileri memlekette türkücü kalmamış gibi yabancı Yahudi şarkıcıya büyük paralarla konser verdiriyor. Seçime doğru ülkemize ve bölgemize daha fazla kulak kesilmesi gerektiğini hatırlatarak, Velâdet-i Nebî bayramımızı tebrik ederiz.
Vesselam!