Gerçek Hayat Dergisinin 1 Ağustos 2023, 1094. sayı editör yazısı
Kültürü turizm olarak anlayan, eğitimi herkesi diploma sahibi yapmak sanan, mesaiyi maaş almaktan ibaret gören bir yaklaşımın geleceği yok. Bu yokluk, gençliğin milletin başına bela olmasına ve yok olmasına sebebiyet verir.
Oyunların çocuklara etkisi diye yazdığınızda arama motorlarında çıkan haber ve makalelerin çoğunun oyunların sözde faydalarını öve öve bitiremediklerini görürsünüz.
Bunlardan birinde “Oyun çocuğun hayal gücünü, yaratıcılığını geliştirir, insan ilişkilerini, yardımlaşma etkileşimini arttırır. Çocuğa güçlükle öğretilen pek çok kural, oyun sırasında daha kolay öğretilebilir. Kısacası oyun, kişinin kendisini anlatabildiği en kolay yoldur ve eğitimin bir parçasıdır” deniliyor. Bu kanaate nereden varıldı diye biraz derinlemesine inceleme yaptığınızda bu şablon metnin “akademik” makalelerde benzer şekilde sıklıkla yer aldığını müşahede ediyorsunuz.
Buna mukabil oyunların çocuklar üzerindeki menfi etkilerini de ele alan çalışmalara rastlıyorsunuz. Ancak bunu görebilmeniz için arama motorunda ‘olumsuz’ etkilerini sorgulamanız gerekiyor. Sadece ‘çocuklara etkisi’ni aramanızda hep övücü metinler çıkarılıyor karşınıza.
Menfiliği anlatan bir makalede şunlar kayda geçirilmiş: “
Oyunların yeni bilgi kazanma, okuma yazma becerisi, sorgulama temelli öğrenme, teknoloji kabulü, problem çözme, ders başarısı, sağlıklı beslenme, sınıf içi etkileşime olumlu etkisi olmuştur” denildikten sonra şu menfilikler sıralanmış:
“Şiddet içerikli veya özellik belirtilmeyen oyunların kontrolsüz kullanılması saldırganlık, anksiyete, depresyon, heyecan arayışı, kural tanımaz davranışlar, sosyal problemler, okulda silah taşıma, dışlanma, tuzlu atıştırmalık tüketimi, hareket hastalığı, bel ağrısı, psikolojik uyumsuzluk, üzüntü, intihar düşüncesi, dikkat sorunları, okul faaliyetlerinin yerini okul dışı faaliyetlerin alması, kilo, uyku kalitesizliği, sürdürülebilir dikkat, okuma yazma becerileri üzerine olumsuz etkilerinin olduğu gösterilmiştir.”
Demek ki oyunların kazandırdığı ileri sürülen beceriler bunlarmış.
Bu yazıyı kaleme almadan bir hafta önce bir ziyarette idim. Namaz kılacaktık ve ev sahibi 15-16 yaşlarındaki büyük oğlunu oyunu bırakıp abdest alması ve namaza iştirak etmesini söylediğinde daha cümle bitmeden “çocuk” ‘hayır hayır hayır’ diye sıraladı.
Baba “namazdan sonra kaldığın yerden devam edersin” dese de hayırlar devam etti. Baba abdeste gittiğinde çocuğa yaptığının yanlış olduğunu söyledim. Kafasını ekrandan çevirmeden “bana saygı duymayı öğrenecekler” dedi. Nasihatlerimin hepsine benzer cevaplar aldım.
Biz namaz kıldık, o oyununa devam etti. Üstelik babasının “bunun ağır bir müeyyidesi olacak” demesine rağmen. Kafa tutarak “ne istersen yap” türü bir cümle kurdu.
Benzerlerini ya yaşıyor yâhut sizler de görüyorsunuzdur. Bu, çocukları kaybettiğimizi gösteriyor. Apartmanlara sıkışmış, sürekli dijital mesajlara mâruz kalmakta olan çocukların korunmasına yönelik pek bir çaba da görünmüyor.
Menfinin, kötünün ve kötülüğün teşvik edildiği bir zamanda yaşıyoruz. Müsbetin, iyinin ve iyiliğin ise umursanmadığı… Bu hususta özellikle Müslüman ailelerin hemen hiçbir şey yapmadığı bu günlerin ağır bir faturası olacak. Bugün Fransa ve Amerika’da olanlar ortada.
Çocuklar sadece alkol, sigara, uyuşturucular gibi bağımlılık yapıcı şeylerden değil, kötü ve kötülüğe sevk edecek, toplum ve nesil emniyetini yok edecek ne varsa hepsinden korunması gerekirken, bu hususta hem devlet hem de ebeveynler üzerine düşeni yapmıyor.
Aksine devlet küçücük çocuklara tablet dağıtarak teşvik ediyor, onları iyiliğe sevk edecek oyunlar ürettirmiyor, kötüleri yasaklamıyor. Saldım çayıra durumu. Fiili veya dijital gümrükler yol geçen hanı gibi. Tarım Bakanlığı’nın görevini yapmamasının bir neticesi olarak kanser yapıcı antibiyotikler tespit edilen Türk yumurtaları üzerinden Tayvan bütün bir memleketi dünyaya rezil etti.
Basit bir ihmalin maddî faturasını ödediğinizi düşünelim, peki, ya mânevî faturası ne olacak?
Bu oyunların denetleyip sansürleyecek, müeyyide uygulayacak, bu hususta çocukları, aileleri ikaz edecek şeyler yapılamaz mı? Bal gibi yapılır ama bunları dert edinen bir Ankara yok ki. Türkiye’nin bürokratik yapısı, kendi geleceği ve terfisi dışında bu tür tehlikelerle baş edecek bir zihniyet ve eğitime sahip değil. Zîra bu makamlara 150 yıldır hak edenler gelmedi, getirilmedi. Bu yüzden iki yakamız bir araya bir türlü gelmiyor.
Eline silah alıp okul basan ve katliam yapan Amerikan gençliği, oyunlardan öğrendikleri ile sokakları talan eden Fransız çocuklarının halleri ‘bizde yaşanmaz’ diye düşünen varsa yanıldığını görmesi pek uzak değil.
Bu denli nefsânî, dijital ve sağlık saldırısı altında olan her kim olursa olsun tahammül edemez. Maazallah bir gün sokağa çıkarsa onları kimse durduramaz.
Dinleri gerektiği gibi öğretilmeyen, ahlâkî hususlarla mücehhez kılınmamış, gelenekten koparılmış, toplumun bir parçası olmaktan çıkıp ekran başına mahkûm edilmiş, gözüne ve dolayısıyla beyin ve kalbine kötülük lağımı akıtılan gençlerin bir kabahati yok. Bütün kusur devlette, ailede, siyasette ve bürokraside. Bu hususta yabancıları ve çağı da suçlamanın kimseye bir faydası yok.
Biz üzerimize düşeni yapmadık, yapmıyoruz.
Kültürü turizm olarak anlayan, eğitimi herkesi diploma sahibi yapmak sanan, mesaiyi maaş almaktan ibaret gören bir yaklaşımın geleceği yok. Bu yokluk, gençliğin yok olmasına ve milletin başına bela olmasına sebebiyet verir.
Bizden söylemesi…
Vesselam!