13 Şubat 2025 Perşembe

Sosyal Medya

Son Eklenenler

Asrîliğin gönüllüsü ve taşıyıcısı olmak

Gerçek Hayat Dergisinin 1 Ağustos 2022, 1082. sayı editör yazısı
15 Ağustos 2022 13:33
Yaşadığımıza zamana ‘modern zamanlar’ diyorlar. Eskiden bunun yanlış bir tabir olduğuna inanırdım. Lügatleri açıp modernden muradın ‘yaşanılan çağın zevkini aksettiren’ tabirini görünce doğruluğuna kani olmuştum.

Bilirsiniz, cumhuriyet devri mezarlıklarına ‘asrî mezarlıklar’ denilir. Modern ile asrî aynı mânâya geliyor. Eskiden Müslüman ve gayrimüslimler aynı mezarlıklara defnedilmezdi. Çünkü her ikisinin de ayrı mekânları vardı. Müslümanınkine ‘mezarlık’ diğerlerine ise ‘maşatlık’ denilirdi. Cumhuriyetle birlikte zorla asrîleştirilince, Müslim ile gayrimüslimi koyun koyuna defnetmeye başladılar.

Aslında ölülerimize ne olduysa dirilerimize de aynısı oldu. Gelenekle, kadimle ve gerçekle bağımız koptu. Binlerce yıllık tecrübe çöpe atıldı ve hep birden asrîleştirildik. Bununla da kalmadı, Müslümanlar olarak bizler de asrîleşmeyi kabul ettik. Arapçada ‘infeale vezni’ vardır. Bu vezne göre, mesela kesera/kırdı fiili ‘infeale’ veznine dönüştüğünde ‘inkesera’ olur. Yani ‘cam kırılmaklığı kabul etti’ denilir. Tamam da cam nasıl kabul etsin ki kırılmaklığı veya neden etsin ki? Aslında burada tesir edici bir fiilden etkilenme hâli var. Bir başka ifadeyle direnememe hâli. 

İşte biz de toplum olarak asrîleşmeye direnemedik. Böylece yeni bir hâle büründük. İnfeale karşı direnç göstermeksizin kabullendik. İlk başta cebirle karşı karşıydık ve bu cebre karşı kırılmaklığı veya değişimi kabullenmedik. Kimimizin kellesi gitti bu uğurda. Ama çoğunluk kırılmaklığı/değişimi kabullendi. Sonra ise modernleşmenin gönüllüsü ve hatta taşıyıcısı olduk.

Hani eskiden ‘yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız’ diye bir reklam vardı ya. İşte bizimle gâvur arasında aslında pek de bir fark kalmadı. Onlar da bilimperest, biz de. Onlar da daracık ve açık-saçık giyiniyor, biz de. Onlar da market yağmalıyor, biz de. Onlar da gıdasını çöpe atıyor, biz de. Onlar da nimete nankörlük ediyor, biz de. Onlar da sentetik giyiniyor, biz de. Onlar da israf ediyor, biz de. Onların yaptıkları ile bizim ki arasında her şey aynı değilse de çok bir fark yok.

Ey Allah'ın Rasûlü, biz, Ehli Kitab'ın yaşadığı bir yerdeyiz. Onların kap kacaklarından yiyip içebilir miyiz" diye sorulduğunda, Rasülullah (s.a.v.), “Onlarınkinden başka kap kacak bulabilirseniz onlarınkinden yemeyin. Başka bir şey bulamazsanız, onları yıkadıktan sonra kullanın” buyurur.

Dahası zamanı / modern Müslümanların hâlini, Efendimiz (s.a.v.) şöyle tasvir buyurmuşlardı: "Sizler, Yahudi ve Hıristiyanlara muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler, oraya siz de gireceksiniz.

Gâvurun fenninin içine kendi ruhunu üfürdüğünden hiç söz etmeksizin, bize gâvurun ahlâkını bırakıp fennini almamızı öğütlemişlerdi. Ne demek mi istiyorum. 1920’lerde üretilen araç motorları hiç arızalanmayınca, gâvur arayışa girer. Çare olarak motorun ömrünü uzattığı yalanıyla benzine kurşun ekler. Kurşunun insan, bitkiler ve diğer canlıları kısaca çevreyi zehirlediği konusunda gerçekler ayyuka çıkınca, kurşunsuz yani normal benzine geçmek zorunda kalırlar. Kurşun, motoru yıpratınca kapitalist dişliler güzelce çalışır ama bu zaman diliminde zâten motor da motorluktan çoktan çıkmıştır.

Gemileri farelerin istilasına uğrayan İngiliz, yakaladığı bir fareyi hapsederek aç bırakır. Sonra yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyar. Açlıktan ölmekte olan iri fare küçük fareyi yer. Bu bir süre tekrarlanır. Serbest bırakılan yamyam fare diğer fareleri avlamaya başlar. Böylece İngiliz, gemisini farelerden temizler. Bir sosyal medya kullanıcısı bunu anlattıktan sonra diyor ki: “Bir nesli yok etmek için uyguladıkları metodu, şimdi içimize eğitilmiş, semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi yok etmek için kullanıyorlar. Aramızdaki yamyam farelere dikkat…”

İşte biz gelenek, örf ve kültürümüzden bu şekilde uzaklaştırıldık. Batının, Yahudileri bir araya toplamak için kurduğu Yahudhanelere/apartmanlara gönüllü olarak girdik. İyi olan neyimiz varsa çöpe attık. Batılılar ilaçlarını pazarlamak için bitkilerimize ‘ot/çöp’ dedi, biz de tasdik ettik. Kola verdiler içtik. Kısaca ne dedilerse ‘belî’ dedik. Bizi, kendilerine benzettikleri hâlde bile ‘düşman’ olmaktan çıkarmadılar. Avhalimizi asırlar evvelinde Ömer Hayyam şöyle tarif etmişti:

“Bir elde kadeh, bir elde Kur’an; bir helâldir işimiz, bir haram. Şu yarım yamalak dünyada. Ne tam kâfiriz ne tam Müslüman!”

Bir de şairi bilinmeyen şu beyt doğrusundan da tersinden de mühim bir ders veriyor:

Mi’de tehî ten dürüst
Kîse tehî dîn dürüst
Mide boşsa beden sağlıklı
Kese boşsa din sağlıklı

Günümüzde her şey, konfeksiyon ve terzi ilişkisine benziyor. Beslenme, giyim- kuşam, hastalar, hastalıklar, tetkikler, tedaviler, ilaçlar konfeksiyonluk. Her konuda yıkıcı bir toptancılık var. Oysa gelenekte hastalık değil hasta vardı. Neticeden ziyade nedene bakılırdı. Gıdalar da giyim kuşam da fıtrî idi, dolayısıyla insan da. Şimdi her şeyi baskılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki her baskılanan patlar, tıpkı günümüzde hastalıkların patlaması gibi.

Bu acı gerçeklerden hareketle biz de geleneğe dair bazı hususları ve bir takım hatalarımızı ele aldık.

Vesselam!

 
 
Yorum Yap
Diğer İçerikler