09 Eylül 2024 Pazartesi

Sosyal Medya

Son Eklenenler

Savaştan, afetten, yıkımdan daha tehlikeli

Muaz Ergü, yazarlarının çoğu genç okurlardan oluşan ve Türkiye'nin önemli kültür sitelerinden biri olan 'Dünya Bizim' sitesinde 'Deccal Tabakta' kitabı değerlendirdi. İşte Murat Ergü'nün yazısı
02 Nisan 2013 17:58

Kemal Özer, “Deccal Tabakta” kitabıyla ‘açlığı bitirme’ görüntüsü veren küresel güçlerin GDO ve hibrit tohumlarla ne yaptıklarını gözler önüne seriyor..

Hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı. Yediğimizden içtiğimizden lezzet alamaz olduk. Bu replikler günlük hayatımızda sürekli tekrar ettiğimiz, başkalarından her daim duyduğumuz replikler. Gerçekten yediğimiz içtiğimiz, bizi beslediğini zannettiğimiz besinlerin eski tadı yok şimdilerde. Bunu herhangi bir nostaljik takılım olarak ifade etmiyoruz. Bir hakikati teslim etme babındadır.Çocukken, hatırlıyorum, bahçemize domates ve salatalık ekilirdi. Yerli tohumdan ve hiçbir kimyasal ilaç kullanılmadan doğal şartlarda yetiştirilirdi bunlar. Domates ve salatalıkların tadına, kokusuna doyum olmazdı. O zamanki domates ve salatalıklar bugünküler gibi kalemle çizilmiş gibi estetik görünümlü değildi ama tadı, tuzu vardı. Bir rayihası… Ve ne yetişiyorsa mevsiminde yetişirdi. Günümüzde kışın yetişen sebze ve meyveyi yazın da alabiliyoruz, yazın yetişen kışın da yetiştirilebiliyor. Ama ne yediğimiz belli değil. Bilmiyoruz neyi yediğimizi.

Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Derneği genel başkanı Kemal Özer, Deccal Tabakta adlı kitabında şimdilerde ne yiyip içtiğimizi, besin diye neleri tükettiğimizi, gıdaların bizi nasıl gıdasızlaştırdığını bütün çarpıcılığıyla anlatıyor. Bizi çocukluk günlerimizde yediğimiz domatese, salatalığa hasret bırakan korkunç süreci baştan sona detaylandırıyor. Kitabı okudukça nasıl bir tehlikenin içinde olduğumuzu anlıyoruz. Kemal Özer çok cesur bir şey yaparak mevzulara direkt dalıyor. Lafı dolandırmadan… Meseleyi en başından anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.

GDO’lu ve hibrit tohumla yetişen bütün bitkiler aynı hasta insanlara benziyor

Meselenin sadece domateslerin ve salatalıkların tadının değişmesi olmadığı; aslolanın dünya sistemine yön veren güçlerin, ekonomik ve siyasi üstünlüğü elde tutan birkaç zengin aile, kurum (Rockefeller, Rothschild, Monsanto, Cargill, Cfr vb…) ve uluslar arası sermaye şebekelerinin kısaca GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) denilen sistemle canlıların yapısını değiştirme, insanları köleleştirme, her şeyi ticari bir meta haline getirme, bütün kâinata hâkim olma arzusu olduğu belirtiliyor. GDO, bitki, hayvan ve insanların bazı genlerinin çıkartılıp yerine diğer canlılardan bir takım genler aktarılmasıyla gerçekleşen müdahale sistemi. Canlıların gen dizilimine müdahale ederek genlerin bir bölümünün değiştirilmesi veya o canlıda bulunmayan, başka bir canlıya ait özelliğin yüklenmesi.

Kemal Özer’in de belirttiği gibi GDO sistemini piyasaya süren güçler kendilerini savunurken açlıktan, kaynakların tükenmesinden, besinlerin birkaç yıl sonra yok olacağından dem vuruyorlar. Ama bütün bu yaptıklarına rağmen yeryüzünde açlık bitmiyor, aksine daha da hızla yayılıyor. Dünyanın büyük çoğunluğu yek ekmeğe muhtaç durumda. Ve özellikle de açlığın yoğun olarak yaşandığı yerler yukarıda isimlerini saydığımız küresel şebekelerin hareket alanı içinde bulunan yerler. Yani gittikleri yerlere huzur değil yıkım götürüyorlar.

İnsanlığın faydasına ürettik diye iddia edilen GDO’lu mekanizmaların ve hibrit tohumların büyümesi, yetişmesi, meyve vermesi için kullanılan kimyasallar, ilaçlar, zehirler hem doğayı öldürüyor, hem de kanser, kısırlık, gelişim bozukluğu, sinir sistemi bozukluğuna yol açıyor. GDO’lu ve hibrit tohumla yetişen bütün bitkiler aynı hasta insanlara benziyor. İlaç vermediğiniz anda yok olup gidiyor. İlaca bağımlı yaşıyorlar. Deccal Tabakta kitabında da bahsedildiği üzere GDO bitkiden bitkiye, hayvandan hayvana yapıldığı gibi bitkiden hayvana, hayvandan bitkiye de uygulanabilmekte. Bir nevi kes, kopyala, yapıştır, çoğalt işlemi. Masum bir işlem değil ama, fıtrata, varlıklar arası disipline müdahale anlamına gelen bir sistem.

“Yeşil Devrim” aynı zamanda tarımla uğraşan köylülerin ellerinden tohumları alma devrimidir de

Hibrit tohumlar ise, gen bakımından birbirinden farklı canlılar arasında yapılan çaprazlama sonucu elde edilen melezleme veya tek kullanımlık tohum elde etme işlemine dayanmakta. Hibrit tohum ektiğiniz zaman çıkan o üründen tohum alıp tekrar ekemezsiniz. Geleneksel tohumlarda ise durum tam tersidir. Ektiğiniz üründen hasat zamanı tohum alır ve onu tekrar ekersiniz. Hibritde ise her sene yeniden tohum almak zorundasınız. Yani tohum tekellerine para ödemek mecburiyetindesiniz. Kemal Özer, GDO ve hibritten üretilen gıdalara “Frankeştayn Gıdalar” adını veriyor. Sonuçta bütün bu çalışmaların dayandığı mantık “tanrılaşma” mantığı. Allah’ın yarattığı organizmalardan mekanizma yaratma iddiası. GDO ve hibritle birlikte geleneksel tarım adeta öldürülmüş, yerine fabrikasyon mantığının egemen olduğu yapay, suni bir üretim biçimi ortaya çıkarılmış.

Doğal olana ve doğaya GDO yoluyla müdahale etme yani tanrılaşma düşüncesi, Özer’e göre, 1880’li yıllara kadar uzanıyor. Coca Cola firması, genetiği değiştirilmiş organizma üreten Monsanto adlı küçük üreticinin bütün mahsulünü alarak büyük bir moral sağlıyor. Bugün GDO’lu ürünlerin % 90’ını Monsanto üretiyormuş. Ve Coca Cola, şu an dünyanın her yerinde su gibi tüketilen bir gazlı içecek. Bilim adamlarını da yanına alan Rockefeller, “Yeşil Devrim” projesiyle ürettiği hibrit tohumları Pakistan, Hindistan ve Türkiye’ye göndererek üretime başlar. Rockefeller ve Ford Vakfı, laboratuarlarda üretilen ve kimyasal ürünlere dönüşmüş tohumları dünyamıza hediye ederler. “Yeşil Devrim” aynı zamanda tarımla uğraşan köylülerin ellerinden tohumları alma devrimidir de. Geleneksel tohumlar, hibrit tohumlarla değiştirilir ve köylüler bu tarım tröstlerine köle haline getirilir. Elde edilen bu mayası bozulmuş, özüne yabancı tarım ürünleri dünya barışı yalanlarıyla her yere gönderilir. Zamanında Türkiye’de okullarda dağıtılan gıda yardımları gibi.

Savaşlardan, afetlerden, yıkımlardan daha tehlikeli GDO’lu bitkiler ve hibrit tohumlar

Deccalı tabağımıza, oradan da midemize gönderen küresel şebeke çok organize çalışıyor. İnsanlığın en temel gereksinimi gıda bir silah olarak kullanılıyor. Kendi tekelleri dışında tohum kullanmayı kesinlikle yasaklıyorlar. Çünkü bütün tohumları kendi adlarına tescillemiş durumdalar. Kemal Bey, kitabında bu küresel şebekeyi bütün ayrıntılarıyla bize tanıtıyor. Çok sağlam siyasi, ekonomik, kültürel bir ağ kuran bu şebeke, şu an dünyayı çok iyi organize ederek her zaman geri planda kalmayı beceriyor. BM, IMF, Dünya Bankası, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, Dünya Ticaret Örgütü… Hepsi bunlara çalışıyor. Aslında dünyayı yöneten bunlar ama biz direkt olarak göremiyoruz. Maşaları var çünkü görünürde.

Kemal Özer, Hayy Kitap’tan çıkan Deccal Tabakta adını verdiği bu kitabında GDO ve Hibrit konusuna tek bir boyuttan bakmıyor. Olayların tarihî gelişimlerini, siyasi izdüşümlerini, aktörlerini analiz ediyor. Meseleleri dinî, siyasi ve vicdanî açıdan yorumlama gayreti içinde. Tarımsal üretimi ilgilendiren bu olayın mutlaka siyasetle, küreselleşmeyle bağlantılı düşünülmesi gerektiğini söylüyor. GDO ve hibrit tohumun, ürünlerin raf ömrünü uzatmayı başardığını ama insan ömrünü azalttığını, yeni hastalıklar ortaya çıkardığını ifade ediyor. Gerçi yeni hastalık demek bu küresel sistem için yeni ilaçlar demek. Hastalıkların paraya çevrilmesi…

Deccal Tabakta kitabını okurken bazı anlatılanlar komplo teorisi gibi gelebilir. Ama kitabı bırakıp hayatın içine girdiğimizde hiç de komplo teorileri okumadığımızı görebiliriz. Kuş gribi, domuz gribi gibi yeni hastalıklar… Her türlü kronik hastalık, kanser, obezite insanlığın ensesinde. Kalp krizleri, beyin kanamaları… Bütün bunların beslenme ve yaşam koşullarıyla direkt ilişkisi var. Günümüzde artık yemek yemiyoruz, ayaküstü GDO’lu yiyecekleri tıkınıyoruz.

Evet, Deccal Tabakta kitabının dikkat çekmeye çalıştığı gibi savaşlardan, afetlerden, yıkımlardan daha tehlikeli bir olguyla karşı karşıyayız. GDO’lu bitkiler ve hibrit tohumlar. İnsanlığı yavaş yavaş yıkan büyük tehlike. Küresel sistemin efendilerince dünyamıza dayatılan ve sürekli korkularla desteklenen, insanı yok olmanın eşiğine getiren süreç. Açlığı ve yoksulluğu yok etme gibi masum sebepler ardına sığınılarak bütün dünyayı ele geçirme hırsı. Bu sadece para kazanmakla alakalı da değil. Canlıların doğasını bozma savaşı. Birkaç büyük şirket ve ailenin dünyadaki düzeni yok edip inandıkları saçma, sapık ilkeler doğrultusunda yeni bir hayat… Bir nevi tanrılık iddiası. Deccal Tabakta bu büyük oyunu deşifre ediyor. Dikkatimizi bu noktalara çekerek önlem almamız noktasında hepimizi uyarıyor. Dalıp gittiğimiz hayat telaşesinde göremediğimiz, gösterilmeyen dümeni gözlerimizin önüne getiriyor. Durum vahim.

Rockefeller, Rothschild, Monsanto, Cagill, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, CFr, Bayer, Dupont, Syngenta, Dow, Dünya Sağlık Örgütü, BM gibi irili ufaklı bir sürü şirket ve kurum bu tezgahın içinde. Bunların dünyaya sundukları GDO, hibrit, transgetik, ebter… İnsanoğlunun soyunu tehdit eden mekanik gıdalar. Bütün bunlara karşı bir an önce harekete geçmek lazım.  “Deccal Tabakta” değil, artık içimizde!...

Muaz Ergü, Dunyabizim.com
Yorum Yap
Diğer İçerikler