Konya’da doğdu. Çeşitli basın yayın kuruluşlarında çalıştı. Bilişim firmalarında yöneticilik yaptı. Halen Yeni Söz Gazetesi’nin Genel yayın Yönetmenliği görevini yürüyor. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin Başkanı. Yayınlanmış 8 kitabı var. Yeni Söz’de ve çeşitli mecmualarda yazıyor. 2014 FETA ‘Emanet’ ödülüne layık görüldü.
GDO nedir? Nerelerde, hangi ürünlerde kullanılır? Hibritle benzerlikleri, farklılıkları nelerdir? Bu işlemlerin insan sağlığına zararları ne boyutta? GDO'dan korunmak mümkün mü? Gıda Hareketi Başkanı Gazeteci - Yazar Kemal Özer Hür Haber'e anlattı. İşte Kemal Özer'le yaptığımız röportajın ilk bölümü...
Dünyayı ve gelecek nesilleri bekleyen büyük tehlike: GDO... Farklı türdeki canlıların genetiğiyle oynanarak elde edilen melez türler... Kullandığımız deterjanda, sıktığımız parfümde geleceğimizi yok edebilecek bir tehlikeyi soluyoruz. Bir diğer tehlike ise hibrit, hemen hemen bütün yiyeceklerimize sızmış durumda.
Gıda Hareketi Başkanı Gazeteci - Yazar Kemal Özer Hür Haber'e anlattı. GDO nedir? Uzun ya da kısa vadede zararları nelerdir? Hibritle arasındaki temel benzerlikler nelerdir? Hangi ürünlerde GDO kullanılıyor?
İşte Kemal Özer'den olay yaratacak açıklamalar...
Bilmeyenler için önce sizden dinleyelim. GDO'lu gıdalar tam olarak nedir?
Gıdaların, daha doğrusu canlıların genetik yapısının değiştirilmesinin hikâyesi 1940'lara dayanır. Daha da öncesi vardır. Papaz Mendel'in çalışmalarına dayanır temeli. Ancak bunun uygulamaya geçmesi ve ticarileşmesinin ilk evreleri 1940'lardır. 1940'larda ilk olarak buğdaylar üzerinde denemeler yapılmış ve ticarileştirilmiş, bugün bu yüzden tabi yapısıyla oynanmamış buğday bulmak kolay değil. Tabii müteakiben hayvanlarda da denemeler yapılmıştır. Mantar, bakteri, bitki, hayvan hepsinde, genetiği değiştirilmiş organizmalar, enzimler kullanılıyor.
Hangi ürünlerde GDO kullanılıyor?
Bir ürün grubu söylemek çok güç. Çünkü genetiği değiştirilmiş bir ürünün başka bir ürünle karıştırılmış olması bunu etkiliyor. Mesela diyelim ki eğer pamuk yahut mısır genetiği değiştirilmiş bir ürün olarak başka ürünlere karıştırılırsa, o zaman dolayısıyla hepsi genetiği değiştirilmiş içeriğe haiz oluyor.
"GDO'SUZ DETERJAN BULMAK İMKÂNSIZ"
GDO dünyada yaygın olarak balıklarda ve tavuklarda kullanılıyor. Bitkilerde ise; domateste, salatalıkta, pirinçte, buğdayda, mısırda, soyada, pamukta, patlıcanda... Büyük bir zinciri var. Bunun yanı sıra enzimler çok yoğun ve yaygın. Piyasadaki deterjanların tamamı, istisnasız tamamı bu enzimleri taşır. GDO'suz bir deterjan bulmak neredeyse imkânsızdır. "GDO'YU YALNIZCA BAKARAK ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİL"
İnsanlar GDO'lu gıdaları nasıl tanıyabilir?
Bunları bakarak anlamak mümkün değil. Burada başka bir hileye müracaat ediliyor, ondan söz etmek lazım. Melezleme ya da hibritleştirme denilen bir kavram var. Bu genetiğe müdahale değilmiş gibi lanse edilir. Oysa bir canlının tabi yapısına dışarıdan yapılan her müdahalenin sonucu hemen hemen aynıdır. İster hibritleştirme yani melezleme yöntemiyle isterse de GDO diye tanımlanan diğer yöntemle yapılmış olsun... Yöntemler farklı olmakla birlikte sonuçları aşağı yukarı aynıdır.
Bu ürünler kısırlaştırılmıştır, birinci ekimin dışında verim vermezler, tohum vermezler. Aynı zamanda besin değerleri de düşüktür. Var olduğu iddia edilen besinlerin çoğu yok olmuştur ürünlerin içinde. Bununla ilgili dünyada pek çok laboratuar çalışması yapılmıştır. Çalışmaya göre; genetik yapısıyla oynanmamış, hibritleştirilmemiş ya da müdahalelere maruz kalmamış ürünlerde 100 birim A, B, C, D besinleri varsa, hibrit ya da GDO'da bu birimler 10-20'lere kadar düşüyor. Genetiğiyle oynanmış ürünler belki hacimsel olarak daha gösterişliler ama besin değerleri konusunda 5-6 kat daha düşükler. Mesela 100 gram ıspanaktan alabileceğimiz besini GDO'lu ürünlerde ancak 1 kg ıspanak yiyerek alabiliyoruz.
Bir ürünün hibrit olup olmadığını nasıl anlarız?
Eğer ürünün geleneksel olduğuna dair belgelendirici bir unsur yoksa bu ürünün hibrit olma ihtimali çok yüksektir. Mesela domatesten örnek verelim. Domates, kendi bahçenizde dahi yetiştirseniz eğer fidesini pazardan alıyorsanız hibrittir. Çünkü domates tohumlarının tamamı hibrittir.
Domates, patlıcan fidesini ya da salatalık tohumunu gittiniz pazardan satın aldınız. Bunu kendi bahçenizde ektiniz ve yetiştirdiniz, ilaç da kullanmadınız. İlaç kullanmama açısından problemsizdir ama tohum itibariyle pazarda satılan domatesten farklı değildir bu. Eğer domatesiniz nesilden nesile korunmuş, geleneksel domates ise ve bunu bahçenizde yetiştirmişseniz sorun yok. Ama fidesini pazardan satın aldıysanız bu hibrit domatestir.
Şu anda Türkiye'de GDO'lu tohumun ekimine izin vermediklerini söyleyebilirler. Bu prensipte doğrudur ancak hibriti GDO olarak, yani genetiğe müdahale olarak kabul etmediğinizde doğrudur. Genetiğe müdahale olarak kabul ettiğiniz andan itibaren doğru olmaktan çıkar.
"GELENEKSEL TOHUMLARDAN BAŞKA SEÇENEK YOK"
İnsanlar sizin söylediklerinizden korkup GDO'lu gıdalardan uzak durmak için kendileri besin yetiştirmek isteyebilir. Ama bu sefer GDO'lu tohum çıkıyor karşımıza... Sağlıklı tohumları nasıl bulabiliriz?
Tohumu ikiye ayırmamız gerekiyor. Bir geleneksel tohumlar, bir de geleneksel olmayan ticari tohumlar. Eğer tohum hibrit ise bu zaten ticari tohumdur ve bunun genetik yapısı problemlidir. Biz geçmiş nesillerden kalan tohumları kullanabiliriz, ya da bunu hâlen kendi bahçesinde ekip biçenlerden alarak koruyabiliriz. Bunun başka bir seçeneği yok. Başka ülkelerden de getirilebilir. Kendi ülkemizdeki farklı coğrafyalardan, yörelerden de elde edilebilir.
Hibritle GDO'nun temel benzerlikleri ve temel farklılıkları nedir?
Hibritte türler arasında çaprazlama, melezleme yöntemiyle yeni bir ürün ortaya çıkarılıyor. Mesela bir buğdayınız var bunu bir arpayla, çavdarla, yulafla; yani aynı familyadan ama farklı türlerle çaprazlarsanız yeni bir hibrit türü elde edersiniz. Dolayısıyla yediğimiz şey şekil olarak buğday olabilir ama içerisinde arpa, çavdar, yulaf genleri de taşır. Eğer bir buğday hibritleştirilmişse mutlaka başka türleri de taşır içerisinde. Ne fark eder, hepsi aynı familyadan diyemezsiniz, çünkü birçok bitki aynı familyadır ama aynı şey değildir.
GDO'da ise çaprazlama aynı türden değil, başka türdeki canlılardan yapılır. Mesela diyelim ki buğdayı GDO'lu yapacaksak buna balık da ekleyebiliriz akrep de ekleyebiliriz, karpuz da, nohut da. Tür dışı işlem yapılıyorsa o zaman GDO'dur. Sonuç itibariyle hibrit de GDO da canlıya müdahaledir.
GEN DEĞİŞTİRMENİN TEHLİKESİ
Nasıl bir tehlike çıkıyor ortaya?
Çaprazladığınız zaman bu ürünlerin kromozomları bozuluyor. Mesela siyez bulgurunun kromozomu 16'dır. Fakat bugünkü buğdayların 49 kromozomu var. Örneğin biz bir insanın 46 kromozomunu 47'ye çıkarsak ya da 45'e düşürsek kanser olur. Aynı şey bitki için de geçerli. Bir ürünün kromozom sayısını arttırdığınız ya da azalttığınız zaman tıpkı insanda olduğu gibi felakete yol açar. Bununla ilgili yapılmış sayısız bilimsel çalışma var ve bu artık tartışılır bir şey değil.
Dünyanın geleceğini tehdit eden büyük tehlike "GDO" ve hibrit... Canlıların genetiğiyle oynanarak elde edilen bu ürünler kullandığımız deterjandan, yediğimiz domatese kadar bütün hayatımızı ele geçirmiş durumda.
Dün ilk bölümünü yayınladığımız röportajımız bugün ikinci bölümüyle devam ediyor. Gıda Hareketi Başkanı Kemal Özer GDO ve hibritin insan sağlığına etkisini anlattı... Tükettiğimiz yiyecekler "kısırlık" riskini arttırıyor...
Hibrit tüm zararlarına rağmen neden teşvik ediliyor?
Ya cehaletten ya da kötü niyetten. Küresel endüstriyel yapı bunu,"modern bilim" diyerek sunuyor. Bu "kapitalist bilim" ticari firmaların kontrolü ve tahakkümü altında olduğu için onlar bir şeye "iyi" diyorsa "iyi" kabul ediliyor..
Örnek vermek gerekirse, "Kurşunlu benzin iyidir" diye yıllarca dünyaya satıldı, sadece Amerika'da binlerce insan bundan zarar gördü. Hala dünyanın pek çok yerinde kurşunlu benzin satılmaya devam ediyor ve pek çok insan akciğer kanserine yakalanıyor. Bundan 50-60 yıl önce "Kurşunlu benzin zararlıdır" diyen adamları öldürdüler, yok ettiler, üniversitelerden attılar. Niye? Çünkü çok kâr elde ediyorlardı bu işten.
Siz de GDO ve hibritin zararlı olduğunu söylüyorsunuz büyük şirketler bundan büyük kâr elde etmesine rağmen. Korkmuyor musunuz?
Hayır, korkacak bir durum yok. Bunları söyleyen sadece ben değilim. Sayısız insan bunlara itiraz ediyor.
"76 MİLYONDAN 2 MİLYONU KANSER OLSA NE OLUR"
"Bu ülkede 76 milyon insan yaşıyor, 2 milyonu kanser olsa ne olur" diyebilir miyiz? Böyle bir şey diyemeyiz. Ama deniliyor. Sözlü olarak değil ama uygulamalı olarak deniliyor. Bugün ilaçların en az yüzde doksanı GDO'ludur.
"DEVLET POLİTİKASI OLMASI GEREKİR"
Sağlık Bakanlığı'nın bu konuda yapabileceği bir şeyler yok mu?
Bu bir milli güvenlik sorunudur, devletin bütün mekanizmasını ilgilendirir. Ne sağlık, ne tarım, ne çevre ne de başka bir bakanlığa bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir bu. Herhangi bir bürokratın insafına terk edilemeyecek kadar önemli bir mesele. Bu yüzden herhangi bir bakanlıktan ziyade bunun bir devlet politikası olması gerekir.
EN BÜYÜK SORUN: KISIRLIK
GDO'lu ürünlerin uzun vadede insan sağlığına zararları nedir?
Sadece insanlar değil, bütün canlılar yiyip içtikleri, beslendikleri şeylerle şekil alırlar. Eğer beslendikleri şey nitelikli ve sağlıklıysa, kendi yaratılışlarına uygunsa onlar da sağlıklı, sıhhatli olurlar, eğer besinlerde problem varsa, o besini tüketenler de problem yaşar. Kromozomlarınız, genleriniz, hücreleriniz bozuluyorsa birinci nesilde çok sorun gözükmeyebilir ama sonraki ve bir sonraki nesillerde en temel ve en belirleyici sorun kısırlık yaşanmasıdır.
Çok büyük bir şekilde kısırlık tehlikesi var. GDO ve hibrit kaynaklı. Bütün dünyada bu tehlike var. Hibritin ana tehlikesi şudur: Eğer bitkinin, tohumun içindeki üreme organını yok ederseniz, besinin en az yüzde 50'sini otomatikman yok etmiş olursunuz. Dolayısıyla insanları fiziki olarak beslersiniz ama biyolojik olarak aç bırakırsınız. Biyolojik olarak aç bıraktığınız zaman bunlar sıhhatlerini de kaybederler, üreme yetilerini de kaybederler. Bugün evli çiftlerin en az 3'te 1'nin çocuğu olmuyor. 10 yıl sonra 2 evli çiftten birinin çocuğu olmayacak, bu kesin. CIA'in 2030 perspektif raporunda bile yer almış durumda Türkiye'nin üreme yetilerini kaybedeceği.
Gıda Hareketi Başkanı, Gazeteci - Yazar Kemal Özer'le gerçekleştirdiğimiz röportaj dizisi devam ediyor. Önceki günlerde yayınladığımız bölümlerde, genetiği değiştirilen canlıların (GDO ve hibrit) tehlikesinden bahseden Özer, bugün paylaştığımız bölümde de önemli açıklamalarda bulunuyor. GDO ve hibrit hayatımıza nasıl sızıyor? 40 gün içinde çürümesi gereken cesetler neden 5 yıl boyunca çürümüyor? Somali'deki açlık nasıl başladı?
İşte Kemal Özer'den olay yaratacak açıklamalar...
GDO'ya nasıl maruz kalıyoruz?
Mesela deterjan kullandınız, deterjan lavabonuzdan aktı gitti ama iş bitmiyor, toprağa karışıyor, sulara gidiyor; topraktan, sudan ve havadan yeniden sizin besin zincirinizin içine giriyor. Sadece bunlarla kalsa iyi. Evde kullandığımız deterjanlar, kozmetik ürünleri, kremler vs.ler bunların neredeyse tamamının içinde var.
Bugün evler, insan bedenleri kimya deposu gibi. Normalde bir insanın mezara konulduktan sonra en geç 40 gün içinde kemiklerinden başka hiçbir şeyin kalmaması gerekir. Bugün bir mezarı açtığınızda 5 yıl önce ölmüş insanların çürümediğini görürsünüz. Çünkü beden kimyasal depo gibi. Sürekli gıdalara koruyucu ekleniyor, bu nedenle vücudun tabii yapısı bozuluyor.
Bu firmalar neden GDO'lu üretim yapmayı tercih ediyor? Nasıl bir kazanç elde ediyorlar?
Burada amaç para değil, amaç bağımlılık oluşturmak. Tohum ve diğer canlılar insanların ortak mülküdür. "Buğday bizimdir başkası ekemez" diyemezsiniz. Ama siz tohumu canlıların ortak mülkü olmaktan çıkarıp ticari şirketlerin patenti altına alırsanız ne olur? Bir müddet sonra sizin geleneksel ve tabi canlılarınız yok olur. Başkasının tescilli tohumunu ekemezsiniz izni olmadan. Bir gün siz tohumlarınızı kaybettniz ya da tarlalarınızı topraklarınızı bağımlı hale getirdiniz, tarlalarınızı topraklarınızda başka ürün yetiştiremez hale getirdiniz. Peki kime bağımlsınız, ticari şirketlere bağımlısınız. Ticari şirket "ben bu yıl sana tohum vermiyorum" derse ne yapacaksınız? Amaç uzun vadede insanları kendilerine bağımlı hale getirmek. Para değil mesele, para zaten bunların. Para dediğiniz kağıt bir şey. Asıl siyasal güç olarak kullanıyorlar. Siyasal gücü ele geçiren kişi her şeyi ele geçirmiştir.
GDO nasıl pazarlanıyor? Yararının ne olduğu söyleniyor?
Diyorlar ki dünya nüfusu artıyor, dünyanın gıda arzı artmıyor. "Yani dünyada 1 milyar insan aç, açlığı bu sorunla çözeceğiz" diyorlar. Ve buna saf ya da salak müslümanlar da inanıyorlar, bir bölümü tabii veya pek çoğu.
BUNU YAPAN ŞEYTANLAR, ASLA KENDİLERİ YEMİYORLAR!
İyi ama bunların üreticileri kendileri bunları yemiyorlar mı gibi bir soru akla gelebilir. Hayır, kesinlikle yemiyorlar. Bunu yapan şeytanlar bunu asla kendileri yemiyorlar. Kendileri genetiğiyle oynanmamış, özel yetiştirilen ürünleri tüketiyorlar.
"YÜZ MİLYAR DOLAR HİBE ETSELER FAKİRLİK DİYE BİR ŞEY OLMAZ!"
Eğer dertleri insanların açlığıysa, bunların trilyon dolarlık servetleri var, yüz milyar dolarını hibe etseler dünyanın hiçbir yerinde fakirlik diye bir şey olmaz. Kaldı ki bunu söylemeye başladıklarından beri dünya nüfusu 3.5 kat arttı, gıda üretimi ise 80 kat arttı. Dünyada 20 milyar insana yetecek kadar gıda üretimi var, üretilen her 2 gıdadan biri çöpe atılıyor. Ve buna rağmen gıdanın yeterli olmadığını söyleyerek insanları en duygusal yerlerinden yakalıyorlar: Açlık korkusu yaratmaya, korku imparatorluğu oluşturmaya çalışıyorlar. "Biz bu müdahaleyi yapmazsak aç kalacaksınız" diyorlar ve insanların çok büyük bir kısmı diyor ki "İyi o zaman aç kalmayalım da ne yapacaksınız yapacaksanız yapın." Davranış olarak yapıyorlar bunu ve bu da zihinsel meşruiyet oluşturuyor. Halbuki bugün dünyada, Afrika ve Asya'da aç olduğu zannedilen insanları bunlar kasıtlı olarak aç bıraktı.
DÜNYA BANKASI, AMERİKA, IMF SOMALİ'Yİ BİLEREK AÇ BIRAKTI
Somali 1975-1980'lere kadar en refah toplumlardan biriydi. Dünyanın en fakir toplumlarından biri ise Çin'di o tarihlerde. Kişi başına gelir günlük 50 centin, yani yarım doların altındaydı Çin'de. O tarihlerde Somali'de kişi başına düşen milli gelir ise 10 doların üstündeydi. Ama bunlar ne yaptılar? Önce, kırsalda yaşayan insanları krediler vererek şehre taşımaya başladılar. Meralarda yapılan hayvancılığı ahırlara aldırdılar. Dünyanın en iyi hayvancılığının yapıldığı Somali'de 5 yıl sonra insanlar aç kaldı. Dünya Bankası, IMF, Amerika vs... Batı yaptı bunları. Somali'de şu an bir insanın aylık geliri 50 cente düşmüş durumda.
Başka bir şey daha yaptılar Somali'de. Mesela bir çiftçi pirinç ekiyor, 1 dolara mal ediyor pirincini. 1,5 dolara satması lazım ki para kazansın. Ama pazara getirip satmak istediklerinde Amerika'nın gemileri geliyor, pirinç 50 kuruş diyor. Ve bu insan zarar ediyor. Tekrar ekmeyi deniyor ama tekrar aynı şeyle karşılaşıyor, bu sefer ekmekten de vazgeçiyor. Bu şekilde açlık başlıyor ve açlığını gidermek için tarlasını satıyor. Tarlayı almak için bekleyen Batılılar var, tarlayı ucuz fiyata alıyorlar. Bu insanlar arazilerini kaybediyorlar ve geriye iki seçenekleri kalıyor; ya onlar için çalışmaya mecbur kalıyorlar ya da ülkelerini terk edip Akdeniz'de sularda boğulmak...
"İYİ NİYET GÖSTERİLERİ MASKARALIK!"
Afrika'da yapılan şey topraksızlaştırma ve insansızlaştırma faaliyetidir. Açlık denilen şeyin ana nedeni budur. Yoksa bu insanlar ekmesini dikmesini bilmiyor değiller ki, ektikleri şey para etmiyor. Sömürdükleri yetmemiş gibi Afrika'daki yer altı - yer üstü kaynakları da ele geçirmeye çalışıyorlar. Bunları da kendi ülkelerine ekonomi olarak kazandırmak istiyorlar. Sonra sanatçılar, futbolcular gidip iyi niyet gösterileri yapıyorlar ama bunların hepsi maskaralık. Tamamen insanları aldatmaya yönelik algı operasyonu.
"Diyorlar ki dünya nüfusu artıyor, dünyanın gıda arzı artmıyor. Yani dünyada 1 milyar insan aç, açlığı bu sorunla çözeceğiz diyorlar. Şimdi buna saf ya da salak müslümanlar da inanıyorlar. Dertleri dünyadaki nüfusun açlığıysa bunların trilyon dolarlık servetleri var, yüz milyar dolarını hibe etseler dünyanın hiçbir yerinde fakir diye bir şey olmaz."
Genetiği değiştirilmiş GDO ve hibritlerin tehlikesi hakkında sohbet ettiğimiz Kemal Özer, röportajımızın önceki günlerde yayınladığımız bölümlerinde, GDO ve hibritin tehlikesini, hayatımıza nasıl sızdığını, yarattığı kısırlık tehlikesini ve Somali’de oynanan aç bırakma politikalarını anlatmıştı…
Röportajımızın dördüncü ve son bölümünde ise; Kemal Özer’in dikkat çektiği başka bir önemli konuyu, biyo-silah ve biyoterör tehlikesini paylaşıyoruz... GDO’lu gıdalar biyo-silah olarak mı kullanılıyor? Amerika çiçek mikrobunu neden laboratuvarlarda saklamaya devam ediyor? Türkiye’de biyo-silah deposu var mı? Ebola bir biyolojik silah mı?
İşte Kemal Özer’in biyo-silah ve biyoterör hakkında tüm merak edilenleri yanıtladığı o açıklamaları:
GDO'ların gelecekte insanlığın zararına kullanılabilme tehlikesi var mı?
Var değil, uygulanıyor zaten. Buna biyolojik silah deniyor. Biyo-terör denilen bir şey. İlk olarak Tatarlar tarafından kullanılmıştır; vebadan ölmüş kişileri mancınıkların içinden atarak oradaki insanların veba hastalığına yakalanmasına yol açmışlardır. Daha sonra ise 1. Dünya Savaşı’nda Japonlar tarafından kullanılmıştır. Çok az bilinen bir şeydir ki, Hitler İkinci Dünya Savaşı’nda biyolojik silahların kullanılmasını yasaklamıştır. Ama Amerika ve diğer Batı ülkeleri kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedirler.
“GDO BİR BİYOLOJİK SİLAHTIR, DETERJANIN KENDİSİ BİR BİYOLOJİK SİLAHTIR”
Şarbon mesela bir biyolojik silahtır. Şarbonu toprağa bırakırsanız 50 yıl hiçbir şeyini kaybetmeden kendini korumaya devam eder ve ağır ağır toprağı ve bitkileri kirletir. Bu biyolojik silah çok yaygın ve etkin bir şekilde kullanılıyor, farkında değiliz. Ateşli silahlar devri bitti, biyolojik silahlar kullanılıyor. GDO'nun kendisi bir biyolojik silahtır, deterjanın kendisi bir biyolojik silahtır. Bunların kısırlığa, rahim kanseri, göğüs kanseri, prostat kanseri ve akciğer kanserine yol açtığı biliniyor. Bunu bir kişi de söylemiyor, konuyla ilgili sayısız araştırma var. Ama bunları dile getirebilecek cesur insan sayısı az.
“İYİLER HAREKETE GEÇMİŞ OLSA KÖTÜLER ZATEN KORKAKTIR”
Bir korku imparatorluğu inşa etmeye çalışıyorlar. Herkes ya bana bir şey olursa diye korkuyor. Kimseye bir şey olduğu yok, olmaz da. İyilerin pasifliği kötülerin cesaretine yol açıyor sorun bu. Eğer iyiler harekete geçmiş olsa zaten kötüler korkaktır.
“EBOLANIN BİYOLOJİK SİLAH OLDUĞU KONUSUNDA HİÇ KUŞKU DUYMUYORUM”
Biyolojik silah konusunda en çok tartışılması gereken şey bence ebola, ben ebolanın biyolojik silah olduğu konusunda hiç kuşku duymuyorum. Bunu Amerika ya da İngiltere yapıyor olabilir ama her zaman devletler de yapmaz böyle şeyleri; dünyayı yönetmeye talip olan kirli güçler de yapıyor olabilir… Kuş gribi, domuz gribi neyse, ebola da odur. Bunların hepsi biyolojik silahtır.
“AMERİKA ÇİÇEK MİKROBUNU SAKLAMAYA DEVAM EDİYOR”
Mesela çiçek mikrobu dünyada görülmüyor ama Amerika çiçek mikrobunu saklamaya devam ediyor. Niye laboratuvarlarda saklıyorlar bunu hâlâ? Neden imha etmiyorlar son kalıntıyı? Çünkü biyolojik silah olarak saklıyorlar, istedikleri zaman kullanacaklar ya da ondan yeni silah elde edecekler.
“TÜRKİYE BU TÜR ŞEYLERE TENEZZÜL EDEN BİR DEVLET DEĞİL”
Sizce Türkiye'de biyolojik silah depolanıyor mu?
Zannetmiyorum Türkiye devleti, dünyanın en ahlâklı devletlerinden birisidir. Türkiye bu tür şeylere tenezzül eden bir devlet değil. Bireysel anlamda buna müracaat eden insanlar olabilir ama kurumsal anlamda devletin buna müracaat ettiğini aklımdan bile geçirmem. Böyle bir zihnin olmadığını biliyorum. Hele ki mevcut iktidarın bunu yapabileceğini asla aklımdan geçirmem. Ama bu bazı özel laboratuvarlarda bazı grupların elinde mevcut olmadığı anlamına gelmez.