Röportajlar • 25 Kasım 2014 Salı
Röportaj: Furkan Hasdemir / Fotoğraf: Mahsun Evren / Kamera-kurgu: Veli Yasin Tabak
Bazı yazılarınızda Ebola için ‘biyo-terörizm’ tabirini kullanıyorsunuz. biyo-terör nedir? Ortada bir terörizm varsa bunu finanse eden bir güç vardır. Bu gücün belli hedef ve planları vardır. ‘biyolojik-Terör’ün finansörü kimlerdir ve planları nedir?
Modern dönemlerde savaş biçimleri ve araçlar değişmiştir. Artık ne klasik cephe savaşları söz konusu, ne de araçlar eski klasik cephe savaşlarında kullanılan araçlar.
Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada, ‘yeni dünya düzeni’ dedikleri yeni bir yapının inşası konusunda çok ciddi adımlar attılar.
Bunun ilk adımı 1900’lü yılların başlarında Amerika’da ve Orta Doğu diye tarif edilen coğrafyanın daha geniş anlamda Osmanlı coğrafyasının yeni bir şekilde dizayn edilmesi ile başladı.
Bu nedenle kullanılan silahların riskleri çok büyük ve etkisi daha güçlüdür. Bunun yanı sıra iki şeyin elverişli olması lazım. Birincisi ekonomik olarak kendilerine maliyetinin olmaması gerek, ikincisi bunun bir silah ve katliam aracı olduğunun fark edilmemesi gerek.
BİYO-TEKNOLOJİ EN ELVERİŞLİ TERÖR ALETİ
Bu açıdan baktığımız zaman Biyo-teknoloji denilen teknoloji, en elverişli terör aletine dönüştürülmüş durumdadır. Çünkü DNA’ya müdahale ettiğiniz zaman, genetik yapıyı değiştirmeye başladığınız andan itibaren hangi canlının genetik yapısını değiştirirseniz değiştirin, bir müddet sonra kontrol edilemez bir silaha dönüşebilir.
‘BİYO-TERÖR’ÜN FİNANSMANI BİZİZ
Burada şunu ifade etmekte yarar var; eğer kullanılan biyo-teknolojik araçlar konusunda sizin yöneticileriniz bunlardan bîhaberse, toplumun alt kesimlerinin bilmesi zaten beklenemez. Bu durumda bu silah, herhangi bir savaşta kullanılan atom bombası ve başka nükleer silahların hepsinden çok daha tehlikeli hale gelir.
Çünkü siz biyo-terör silahlarını gönüllü kullanılırsanız, keyfinize hitap eden bir şey olduğunu zannedersiniz. Bu yüzden ‘Biyo-terör’ silahlarını fark etmek güçleşir. ‘biyo-terör’ü kullanan insanlar, finansmanını bu şekilde bize yaptırıyorlar.
İkincisi ‘biyo-terör’ silahlarını kullananları Amerika gibi bir devlet olarak görmemek gerekir. Çünkü Amerika yeknesak bir yapı değil. Amerika’nın içerisinde birbiri ile savaşan birçok grup var. Sadece lobiler değil, hem finansal olarak hem de siyasal olarak güçlü yapılar var.
EBOLA BİR ‘BİYO-TERÖR’ FAALİYETİDİR
‘Biyolojik-terör’ 40 yıldır dünyanın gündeminde olan bir meseledir. Son 20 yılda yaygın bir şekilde gündeme geliyor. Sadece Ebola değil, Kuş Gribi üzerinden tavuk ve kuş türlerine karşı bir katliam gerçekleştirildi.
Daha sonra Domuz Gribi ile bir deneme yapıldı. Domuz Gribi en büyük kitlesel denemelerden birisiydi ama Dünya Sağlık Örgütü Başkanı’nın ağzından kaçırdığı bir lafla ifşa oldu.
Üçüncü olarak Mers, Ebola vb. çok sayıda virüs ve İstanbul’da 3 tane şarbonlu mektup gündeme geldi. Bunlar, bir bütün olarak planlanmış soğuk savaşın habercisidir. Çünkü Orta Doğu’da çok ciddi yeni bir dizayn çalışması var. Bu dizayn çalışmasında toplumların gündemini değiştirmeye yönelik bir hamle olarak da görmek gerekir.
Ebola’yı, Kuş Gribi ve Domuz Gribi’nden sonraki yeni ‘biyo-terör’ silahı olarak görebilir miyiz?
Bunun aksini söylemek kabul edilebilir bir şey değil. Ebola bir biyo-terör faaliyetidir.
Washington Post Gazetesi’nde Ebola konusunda bir yazı kaleme alan, Profesör Cyril Broderick, “Afrika’nın kaynaklarını yasadışı şekilde kontrol etmek amacıyla, başta Afrika olmak üzere, dünya nüfusunu azaltmak için Ebola’yı kullandılar.” diyor. ‘biyolojik-terör aracılığıyla Afrika’da yapılmak istenen ‘insansızlaştırma’ planından bahsedebilir misiniz?
Afrika’nın bazı özellikleri vardır;
Birincisi dünyanın en büyük kıtasıdır.
İkincisi Avustralya’yı saymazsak dünyada en az nüfusun yaşadığı kıtadır.
Dünyanın en güzel ikliminin olduğu kıtadır.
Petrol açısından zengin bir coğrafyadır.
Değerli taşlar ve altın açısından dünyanın en zengin coğrafyasıdır.
Toprak üstü zenginlik açısından dünyanın en temiz yeridir.
Son 400-500 yılı sömürgeleşmekle geçmiş küçük devletlerden oluşan, kabileler tarafından yönetilip kabilelerin hala savaştığı bir kıtadır.
Aynı zamanda bu coğrafyada liderlik yapabilecek bir ülke yok. İnsanları, dünya milletleri tarafından bilinçlere ‘kötü insanlar’ olarak yerleştirilmiş bir coğrafyadır.
Eğer Batılılar gibi ahlakî değerlerden yoksun, dünyaya tapınan bir varlıksanız, Afrika, sömürmeniz ve el konulması gereken bir yer haline gelir. Bu yüzden Afrika’nın Allah’tan başka sahibi yoktur.
AFRİKA’DA ÇOCUKLAR KISIRLAŞTIRILIYOR
Afrika’da milyarlarca dolar harcanarak çocuklar kısırlaştırılıyor, öldürülüyor. Bu gibi olaylar Batı medyasında küçük haberlere konu oluyor fakat Türkiye’de bu bile olmuyor.
EBOLA AFRİKA’YI ‘İNSANSIZLAŞTIRMA’ ARAÇLARINDAN BİRİSİ
Ebola’ya bütün olarak baktığımız zaman ‘Afrika’yı insansızlaştırma’ araçlarından birisi olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bu ‘insansızlaştırma’ projesi Afrika’da hiç insan kalmayacak anlamında yorumlanamaz. Afrika’yı herkesin korktuğu, kimsenin gitmek istemeyeceği bir coğrafyaya dönüştürdüğünüz zaman, Afrika’da sadece siz olursunuz.
Amerika Ebola ile mücadele için 4 bin tane asker gönderdi. Yakın zamanda İngiltere asker gönderdi, şimdi Almanya da gönderiyor. Aynı şeyi biz yapmaya kalksak “Afrika’ya asker gönderiyoruz” desek hemen Güvenlik Konseyi devreye girip engellemeye kalkar. “Peki niye bu ülkeler Güvenlik Konseyi’nin onayı olmaksızın Afrika’ya asker gönderiyorlar?”
AFRİKA’YI İMAR ETMELİYİZ
Burada bütünlüklü bir okuma yapmak zorundayız. Müslümanlar Afrika’yı çok özel bir gündemle tartışmak zorundalar. Afrika’yı çok iyi tanıyan münevver insanlara ihtiyacımız var. Afrika’yı sömürge etmek için değil, ihya etmek için ihtiyacımız var.
Nasıl Allah insanları yeryüzüne insanları ifsat için değil imar için gönderdiyse bizde Afrika’yı ifsat etmek için değil imar etmek için gitmeliyiz.
Bunu yaparken oraya göndereceğimiz insanların, o coğrafyadaki insanlara hitap edecek yetenekte insanlar olması gerekiyor.
KENDİ TOPRAKLARINI KİRLETEN BATILILARIN GÖZÜ AFRİKA’DA
Afrika’ya dinlerini değiştirerek, topraklarını işgal ederek, insanlarını köleleştirerek, yer altı zenginliklerini kaçırarak bugüne kadar sömürdüler. Bunun haricinde bir şey daha yapıyorlar; Avrupa’daki topraklar kimyasal olarak kirlendi, mümbitliğini kaybetti. Dolayısıyla kendi nesillerini tehdit eder hale geldi. Temiz Afrika topraklarını tarım vesilesiyle alıp kendi mülkleri haline getirmeye çalışıyorlar.
TARIM ÜZERİNDEN TOPRAK SATIN ALMA OYUNU
Mesela Somali’de pirinç üretiyorsunuz ve bir liraya mâl ediyorsunuz. Ürettiğiniz pirinci çiftçi olarak bir liranın üstünde bir rakama satmanız gerekir. Pazara götürüp bir buçuk liraya satmak istediğiniz zaman başka ülkeler gelip pirinci elli kuruşa satmak istiyor. Daha sonra çiftçi ürettiği malı satamaz hale gelince, bir sonraki yıl ekim yapamaz hale geliyor. Ekim yapamayınca toprak boş kalıyor, geçinmeye çalışmak içinde topraklarını satıyor.
Böylelikle küçük küçük toprakları toplayarak ülkelere sahip olmaya çalışıyorlar. Bir gün şöyle bir şey diyebilirler; ‘Somali topraklarının yüzde sekseni benim çıkın buradan’.
Ebola aşısının arka planı nedir?
ABD 2007’DE EBOLA AŞISININ TESCİLİNİ ALDI
Pentagon, Ebola’nın tescili için 2007 yılında mürâcat etmiş ve 2010 yılında tescilini almıştır. Bu tescili alırken beraberinde iki şeyi daha yapmış. İlacın ve aşının haklarını da tescil etmiş bütün dünyada. Amerika, nasıl olurda biyolojik bir meseleyle ilgili tescil müracaatında bulunur ve ona nasıl tescil verilir. Sadece bunlar bile Ebola’nın bir savaş aracı olduğunu ispat etmeye yeter. Aksini söylemek cehalet ürünüdür.
‘5 YIL’DAKİ PLAN
Siz aşının tıbbi geçerliliği için 5 yılın geçmesi gerektiğinden bahsediyorsunuz. Ebola vak’asının Domuz Gribi aşısından 5 yıl sonra ortaya çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tescilin 2010’da alındığını düşünürseniz, 2014 neredeyse 5.yıl demektir. Yasal anlamda aşılara yönelik getirilmesi gereken sürenin beşinci yılı dolmuş olacak. Tıp camiasını ikna etmiş olacaklar. Tıp camiasına üzerinde ‘2010 yılından beri deneniyordu ve artık insanlar üzerinde uygulanabilir’ şeklinde bir algı oluşturma çabasındalar.
Domuz Gribi’nde gördük ki bunlar istiyorlarsa bu hukuksal sürelere riayet etmeden aşıları piyasaya sürebiliyorlar. Ancak Domuz Gribi vak’asında yasal süreye uymadıkları için itirazlar geldi. Tıp çevrelerince onlara; ‘siz zamanı gelmeden aşıları piyasaya sürdünüz’ şeklinde itirazlar gelince, bu itirazları zayıflatmaya yönelik bir hamle olarak düşünülmüş olabilir.
FİLMLER YOLUYLA ZİHNİMİZ HAZIR HALE GETİRİLİYOR
Bu süreçte aslında iki şey birden yapılıyor; Birincisi toplum zihni hazır hale getiriliyor. Zaten zihinsel olarak filmler sayesinde bu sürece hazır hale getirildik. Bunların mümkün olabileceğini bilincimiz kabul ediyor.
HABERLER PANİĞE, PANİK, AŞI TÜKETİMİNE YÖNLENDİRİYOR
Bir taraftan yapılan haberlerle panik yaşatarak insanların ölüm korkuları gün yüzüne çıkarılıyor. Dünyevileştirdikleri insanlar ölümden korkuyorlar. Ölüm artık bir korku aracıdır. Bunu çok iyi bildikleri için bir tehdit aracı olarak kullanıyorlar. ‘Ölmemeniz için aşı olmalısınız’ diyorlar. Aşı olduktan sonraki riskleri o anda isteseniz de zaten düşünemezsiniz. Düşünmenize engel olurlar ya da olmuşlardır.
DEVLETLER YIPRANMAMAK İÇİN TUZAĞI KABUL EDER
İkinci olarak siyasal anlamda ise devletler ya da hükümetler olası risklerden sorumluluk duymamak için ötelenmiş riskleri kabul ederler. Yani onlarca yıl sonra çıkabilecek muhtemel riskleri göremezler, görmek istemezler. Çünkü bugün ölecek 8-10 kişi kendileri için bir siyasal ve toplumsal baskının oluşmasına psikolojik olarak yıpranmalarına yol açabileceği endişesiyle iyi niyetli olsalar bile, bu şekilde geleceğe yönelik bir vizyon olmadığı için, Kuş ve Domuz Gribi’nde olduğu gibi tuzağa düşerler.
“Ebola’nın yayılması Ebola aşısı için bir reklam çalışmasıdır” Diyebilir miyiz?
KORKU İNŞA EDEREK ESİR ALMAYA ÇALIŞIYORLAR
Hem PR çalışması hem de propagandadır. Korku inşa ederek bizi esir almaya çalışıyorlar ki bilinç olarak hazır hale gelelim. Burada iki tane problem vardır.
Birincisi Türkiye’de hem Sağlık Bakanlığı’nın hem de medyanın düştüğü tuzak var.
Türkiye’de 100 bin civarında hacca gidip dönen insan var. Bunların arasında her yıl çeşitli sebeplerden kaynaklı ölümler meydana gelebilir.
Endonezyalı yaşlı bir hacı aktarma yapmak için İstanbul’a geliyor.Bu sırada rahatsızlanıp vefat ediyor. Hemen havaalanını karantinaya alıp “Ebola İstanbul’da” diyorlar. Herhangi birisi grip oluyor ve hemen Ebola manşetleri atılıyor. Bir tane sarhoşu gösterip Ebola diye haber yapılıyor.
Hâlbuki tıp çevrelerinin şunu bilmesi gerekir; Eboladan etkilenen bir kişinin bütün organlarından kan akar. Eğer birisi Ebola’dan ölmüşse organlarının tamamı paramparça olmuştur.
Burada ki insanlara propaganda yapılması ve karantinaya alınmasının bir nedeni vardır. Herkes bundan faydalanıyor. Medya reyting peşinde koşuyor, bazıları ilaç firmaları adına hareket ediyor.
ÇIRPINMAMIZIN NEDENİ EBOLA’YI GÜNDEMDE TUTMAK DEĞİL
Bakanlık beceriksizlik yapıyor ve dolayısıyla bunları yapan insanların değirmenine su taşımış oluyor. Biz bu kirli propagandanın bilerek ya da bilmeyerek araçları oluyoruz. Burada propagandanın ne olduğunu bilmeyen insanlar tuzağa düşüyorlar.
Bizim çırpınmamızın nedeni de Ebola’yı gündemde tutmak değil, Ebola gibi biyo-terör faaliyetlerine karşı olmaktır.
ONLARIN TUZAĞINA DÜŞMEYİN!
Bizim çırpınmamızın nedeni; İnsanlara, ‘tedbirli olun ve bu savaşta zaaf içinde olmayın, onların tuzağına düşmeyin. Yoksa size uygulayacakları aşılar, sizin biyolojik yapınızı, savunma sisteminizi çökertebilecek ve sizde farkedilemese bile sizden sonra gelecek nesiller açısından çok tehlikeli olacak.’ Demek içindir.
Ebola Aşısı Geldiğinde, Devlet, Medya ve Halk Ne yapmalı?
NÜFUSUMUZU KONTROL ETMEK İSTİYORLAR
Nüfusumuzu baskı altında tutup kontrol etmek istiyorlar. Çünkü nüfuz bir tehdittir. Bu yüzden insanların kısırlaştırılması gerekir. Üreme yetilerinin zayıflatılması gerekir. Savunma sistemlerinin zayıflatılması lazım ki siyaset, ticaret, sanat, ilim, dinle ilgilenmesinler. Dolayısıyla sadece bedensel ihtiyaçlarını sağlamak için çalışsınlar, çabalasınlar ve bunların amaçlarına aracılık etsinler.
SIHHATİ BOZUK İNSANLARDAN OLUŞAN TOPLUM ZAYIFLAR
Sıhhati bozuk bir insan hiçbir faaliyette bulunamaz. Sıhhatini düzeltmeye çalışır. İbadet, ticaret, ilim, siyasetle ilgilenemez. Onun odaklandığı tek şey sıhhatidir. Bu yüzden bizi bedensel, zihinsel, ruhsal olarak hasta yapmaya çalışıyorlar. Büyük oranda da başardılar. Bizde buna kayıtsız kaldık. Özellikle Müslümanların okumuş yazmış çevreleri bunlara çok büyük bir oranda taşeronluk yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Bunları söyleyen herkese karşı bir komplo teorisi ithamında bulunup etiket yapıştırarak onların değirmenine su taşıdıklarının farkında değiller. Asıl olan şey onlar küresel güçlerin taşeronu gibi davranıyorlar.
Çünkü eğer modern dünyayı bilmezseniz, modern dünyadaki adamların hedeflerini bilmezseniz, kullandıkları araçları bilmezseniz, varmak istedikleri hedefler hakkında kanaatleriniz yoksa siz ‘bilim’ adı altında tuzağa düşersiniz, tıpkı maymunun bir muz almak için tuzağa düştüğü gibi… Siz bir muzun peşinde koşarken bütün bedeninizi, inancınızı alıp götürüverirler. Bunu fark ettiğiniz zaman iş işten geçmiş olur.
EBOLA AŞISININ HAZIRLIKLARI DAHA ÖNCE BAŞLAMIŞ
2011 yılında Türkiye’deki medya organlarında ebola aşısının bulunduğuna dair haberler çıkmış. 2011 yılında aşının bulunduğuna dair bir haber olduğuna göre hazırlık 4-5 yıl öncesinden yapılmış.
EBOLA AŞISI 2015’TE PİYASAYA SÜRÜLECEK
Ben aşının 2015’in başında piyasaya sürüleceğini zannediyorum. Aşının hazır ve satışa arz edilebilir durumda olduğunu söyleyecekler. Ülkelerdeki aşı kurulları bu aşının vurulmasıyla ilgili bildiriler yayınlayacak. Dolayısıyla sağlık bakanlıkları bütün dünyada aşı siparişleri vermeye başlayacaklar. Bunlar ülkeler açısından milyonlarca Dolar’a mâl olacak. Toplamda yüz milyarlarca dolarlık bir hacme erişecek.
(Haberi okumak için resme tıklayın.)
GRİP AŞISI OLANLAR ASLINDA DOMUZ GRİBİ AŞISI OLUYOR
Bu olay bir müddet sonra rutin aşıya dönüştürülecek, kalıcı hale getirilecek. Şu anda grip aşısı oldum diyenlerin hepsi aslında Domuz Gribi aşısı oluyorlar. Hastanelerde, sağlık ocaklarında, eczanelerde kullanılan grip aşılarının hepsi Domuz Gribi aşısıdır.
OKULLARDA, HASTANELERDE EBOLA AŞISI YAPILABİLİR
Domuz gribi aşısı olmayıp sonradan grip aşısı olmuşsanız (hiçbir etkisi ve yararı olmayıp sayısız zararı olabilir) Domuz Gribi aşısı olmuşsunuzdur. İlk aşı duyulduğunda tepki göstereceksiniz ama daha sonra çocuğunuza okulda, kursta, hastanede bu aşı vurulacak.
Bunu planlayanlar bugünkü tepkiselliğiniz karşısında geri adım atmış gibi durabilirler ama onlar bütün bunları hesaplamışlardır. Bunlar hesap yaptıkları zaman kısa zamanlı hesap yapmazlar. Beş, on, yirmi yıllık hesaplar yaparlar. Biz burada nasıl bir tavır sergilemeliyiz. Kimin nasıl karar vereceğine karışamayız, herkes kendi emanetinden sorumludur. Bu bedeni korumak benim namaz kılmaktan daha önemli bir vecibemdir. Çünkü sıhhatsiz bedenle namaz kılamazsınız.
“BEN BU AŞIYI OLMAYACAĞIM”
Birinci önceliğim benim bu bedeni korumaktır. Bunu koruyabilmek için ben aşı olmak zorunda değilim. Hiçbir şekilde ben bu aşıyı olmayacağım. Çünkü ben tuzağı biliyorum ve farkındayım.
Bedeni korumakla mükellef olan insanın buna dair önlemler alması lazım. Bu önlemleri geleceğe yönelik almamız lazım sadece o ana yönelik değil. O anda bir tehlike söz konusuysa önlemler almamız gerekir. Bunun aşıyla olmayacağını bilmekte yarar var.
DEVLETİN ROLÜ TEDBİRDİR
Devletin alacağı rol ise tedbirdir ama aşı yapmakla mükellef değildir. Eğer devletseniz, misal helikopter yapıyorsanız, helikopterden önce aşı yapmayı öğreneceksiniz.
ABDÜLHAMİD HAN KENDİ AŞISINI ÜRETEN DEVLETİN SULTANIYDI
Abdülhamid Han dünyada kendi aşısını üreten ilk devletlerden birinin sultanlığını yapmıştır. Biz 1999 yılına kadar aşılarımızın pek çok kısmını kendimiz üretiyorduk. 2000’li yılların başından bu yana hiç aşı üretmiyoruz.
SİYONİSTLERE KARŞI ÇIKIP ONLARIN AŞISINI KULLANMAYIN
Biz çok büyük fiyatlara, tamamı Siyonist olan 5-6 tane firmadan aşı alıyoruz. İlaç ve aşı firmalarının tamamı Siyonist’tir. Biz Siyonizm’e karşı duracağız ama Siyonistlerin aşısını kullanacağız. Bu bir tezat değil midir? Biz aşı yapamayacak kadar aciz bir toplum muyuz? Türkiye her yıl 200-250 Milyon Dolarlık aşı satın alıyor.
250 Milyon Dolar’a devasa aşı merkezleri ve eğitim akademileri kurabiliriz. Biz aşı ile ilgili olan akademimizi kapattık. Bununla ilgili bir çalışmamız neredeyse yok. Hastalıklara nasıl önlem alacağız. Sadece bu tür salgın dönemlerinde aşılar alarak mı önlemler alacağız?
Burada bir yanlışlık var, ilgili bakanlıklar bu yanlışlığı görüp bütünlüklü bir önlem almak durumundadır.
MEDYANIN ÜZERİNE DÜŞEN VAZİFELER
Medya konusunda ise özellikle dindar medyanın çok aymaz olduğu kanaatindeyim. Çünkü onlar Kur’an-ı Kerim’de Müslüman olmayan bir kimse haber getirdiği zaman tedbirli olmaları gerektiğini okuyorlar hem de haber yaparken buna asla riayet etmiyorlar. Batı’daki herhangi bir dergiden çıkan herhangi bir haberi hem bizim ajanslarımız hem medya organlarında bunlar hiçbir filtreden geçirilmeden haber yapılıyor.
KÜRESEL İLAÇ VE MEDYA ŞİRKETLERİNİN SAHİBİ AYNI AİLE
Aşı, virüs, ilaç üreten firma aynı zamanda medya sahibi. Batı’da bulunan en büyük üç haber ajansı tek bir aileye aittir. Biri Fransa’da, biri Amerika’da, biri İngiltere’de durur ama üçü de aynı ailedendir. Bunu bilmezseniz, bilim ve ekonomi dergilerinin de bunların elinde olduğunu bilmezseniz ve bunlardan gelen haberleri Kur’an ya da akıl ve bilim süzgecinden geçirmeden yayınlarsanız, siz kendi kitlenize, inancınıza, akidenize zarar verirsiniz.
Bu yüzden bu haberler gelirken herhangi bir editörden değil, aklı başında danışmanlar, insanlar kullanarak bu haberlere bakmalısınız. Aklı başında olmak diplomalı olmak değildir. Aklı başında olmak dünyayı tanımak demektir. Ahlaki erdemleri gözetmek demektir. Bunların hepsinin bir arada bulunmadığı insanlar yüzlerce diplomaya da sahip olsalar sizi satarlar.
Kuran-ı Kerim’i incelediğimiz zaman, gıda konusunda sadece helal tüketin demiyor. Kuran-ı Kerim’de 26 yerde tayyib olanları tüketin diyor. Sadece 5 yerde helal ve tayyib olanlarını tüketin diyor.
Taha suresi’nin 81. ayeti karşısında bütün mü’minler. eriyip çare üretmek zorundalar. Allah-u Teâlâ, “Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin tayyib olanlarından yiyin” diyor. Helallerinden yiyin demiyor, “Tayyib olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin yoksa gazabım üzerinize iner” diyor.
KUR’AN “TAYYİB OLANLARI YİYİN” DERKEN NE KASTEDİYOR?
Kuran-ı Kerim tayyib olanlar derken neyi kastediyor. Mealcilerin tayyib kelimesini temiz diye çevirmesi yanlıştır. Eğer temiz olanı kastetseydi ‘tahir’ derdi.
Cenab-ı Hakk burada ‘fıtratıyla oynanmamış olan gıdaları’ kastetmektedir. ‘Size gıda olarak verdiğim şeylerin yapısıyla oynayıp ondan beslenmeyin. Gıdaların fıtratıyla oynayıp zararlı hale getirmeyin, bunlarla kendinizi zehirlemeyin, gıdanın gıda olma vasfını bozmayın, bu hususta azgınlık yapıp haddi aşmayın, yoksa gazabım üzerinize iner.’Diyor. Sadece GDO değil, herhangi bir kimyasal işlem yapmak da gıdanın gıda olma vasfını bozar.
GIDANIN YAPISINI BOZMAK, TEVHİDİ BOZAR
Allah, bu şekilde birçok örnek verebileceğimiz şeyleri neden yapmayın diyor? Çünkü gıda bir bütündür, bu bütünün parçalarını ve atomlarını değiştirdiğiniz zaman tevhidi bozarsınız. O gıdanın içerisine bir şeyi yerleştiren Allah, onu bir mevsimde yaratmıştır.
Turp, baharda çıkmaz, kışın çıkar ama maydanoz her mevsimde yetişir. Elma baharda çıkmıyor, sonbaharda çıkıyor ama kiraz ilkbaharda çıkıyor. Üzüm sonbaharda çıkıyor, karpuz yazın oluyor. Niye yazın karpuz yiyoruz da kışın yemememiz gerekiyor. Çünkü yazın serinletir, kışın üşütür. Kışın üşüttüğünüz zaman hastalanırsınız.
Yazın kuru fasulye yerseniz, vücut ısınız artar, spermleriniz ölür, su kaybı yaşarsınız ama kışın kuru fasulye yerseniz vücut ısınız artar ve hastalanmazsınız. Cenab-ı Hakk muazzam bir denge kurmuştur. Bu dengenin dışında davranmak tayyib vasfını ortadan kaldırabilir.
BİZ TAYYİB GIDALARI ARAMAKLA MÜKELLEFİZ
Biz tayyib olanları aramakla mükellefiz. Bizim yapmamız gereken temel şey, Kuran’ın isteklerine uymaktır. Buna aksi bir durum olursa gazabım üzerine iner. Bu gazap nasıl olur? Kanser olursunuz, diyabet olursunuz, rahat hareket edemezsiniz, dilediğiniz zaman yiyemezsiniz, rahat konuşamazsınız.
O zaman ‘tayyib gıdayı elde etmek varken tayyib olmayan gıdaya yönelmek, Kuran’a aykırı hareket etmektir’ diyebilir miyiz?
Gıdanın helal olmasının birinci şartı tayyib olmasıdır. Hayvanların besmeleyle kesilmesi diğer şartlardan birisidir. Besmele ile kesmek sadece hayvani gıdalar için geçerlidir ama diğer tarafta nebati gıdalar var.
GAZ YAĞINI GIDA DİYE YEDİRİYORLAR
Çok basit bir örnek vermek gerekirse, benim çocukluğumda bizim köyümüzde elektrik yoktu. 1981 yılında elektrik geldi. Bu tarihte biz gaz yağı alıp lambaları gaz yağıyla aydınlatıyorduk.
Dersimizi böyle çalışıyorduk, misafirimizi böyle ağırlıyorduk. O yıllarımda ilaç kullanmadım, hiç hastalanmadım. Şehre geldiğimiz zaman gıdamızın içerisine gaz yağı kattılar. Tolean denilen maddeden onlarca katkı maddesi üretiliyor. Gıdaların içine katılıyor ve gaz yağını size gıda diye yediriyorlar.
Petrolü için desek kimse içmez. Ama bunu gıda katkı maddesi olarak size yedirirler.Dolayısıyla da ifsat ederler. Bunu yaparken de Cenab-ı Hakk’ın bakara 211. ayette buyurduğu gibi; ‘İfsat etmeyin dediğiniz zaman bizler ıslah edicileriz derler. Ancak bunlar müfsidlerdir, ıslah edici değillerdir’
GDO’YU ZARURET OLARAK GÖREN İLAHİYATÇILAR VAR
İlahiyatçıların içinde, GDO’yu insanların beslenmesi için zaruret olarak görenler var. Bu insanı imandan eder. Allah yarattığı her canlının rızkına kefil olduğunu söylüyor. Allah dilerse 7 milyar insanı beslediği gibi 700 milyar insanı da aynı dünyada besler.
Attığınız tohum yedi tane başak vermez de yedi yüz tane başak verebilir. Bu Allah’ın ol demesinden ibarettir. O zaman siz kimsiniz de Rabb’lik iddiasında bulunarak dünyayı besleme derdine düştünüz.
İSRAFTAN VAZGEÇERSENİZ, DÜNYADA AÇLIK KALMAZ
Sizin israflarınız 20 milyar insanı besleyecek düzeylere ulaşmıştır. Bugün vasat bir Müslüman ortalama bir insanın yiyeceğinin iki katını yiyor. Zengin Müslümanlar 10 katını yiyorlar. İsraftan vazgeçerseniz, dünyada açlık kalmaz.
Videoları
Moral Fm'de: İyi gıda iyi gelecek
TVNET Sağlık Raporu'ndayız
Kontv'de Düzlem programının konuğuyuz
TV24'de küresel tuzakları konuşuyoruz
Sultanbeyli'de konferans ve imza
8 Ekim 2018 Ankara KAGEM Konferansı
İFAM'da gençlerle buluştuk
Ömer Öztürk Talebe Yurdunda konferans